Bugün yine okula gitmek için yurttan çıktım. Çayyolu
metrosuna gitmem gerekiyordu. Sadece onunla gidebiliyoruz okula. Neyse önce
Ankaray metrosuna bindim. Oradan Çayyolu metrosuna aktarma yapacaktım. Metroya
geldim. Yine en önde bekliyordum. Belki bir boş yer kapabilirim diye. Metro da
yer kapmaca oynuyoruz resmen. İnsanlar birbirini itekliyor yer kapmak için.
Neyse ben arkadaşım en önde bekliyoruz. Genelde zaten en önde bekliyoruz. Ama
nasıl oluyorsa oluyor metro gelince en arkaya kalıyoruz ve her zaman ayakta
kalıyoruz. Bunu nasıl başarıyoruz bende anlamış değilim. Bugünde yine bir yer
bulma umuduyla metroya koşturduk. Tabi ki yine doluydu. Hadi dolu olmasını
geçtim. Bir de içerisi tıklım tıklım oluyor. İnsanlar metroda sırtsırda gidiyorlar.
Nefes alacak alan bırakmıyorlar insana. Hatta hiç bir yere tutunmana bile gerek
kalmıyor. Birbirimize yapışık gittiğimiz için düşmeye yer kalmıyor. Hareket
alanımız kalmıyor. İşte bu yüzden oturdun oturdun. Metro da oturabilirsen en
şanslı insan sensin. İnşAllah birgün oturabileceğime inanıyorum. Ogün birgün
gelecek :)
17 Kasım 2014 Pazartesi
16 Kasım 2014 Pazar
KEMAN AĞLIYOR..
Müzik ne kadar güzel bir kelime.. Duyguların iç içe yoğrulmuş şekli. Hüzünlerin yansıması,
sevinçlerin paylaşılması ve en önemlisi her bir sözünden kendine ait bir şeyler bulma ve daha fazlası. Notaların muhteşem uyumu, sözcüklerin mükemmel kafiyesi ve bunların hepsini barındıran uçsuz bucaksız bir kelime. Ruhumuzu dinlendiren en hoş tınılar.. Müziğin en güzel yanı da farklı farklı bir çok enstrüman ile ayrı duygular aktarmasıdır. Kemanın o ince ve sızlatan sesi, piyanonun naif dokunuşları ve ikisinin Türk Sanat Müziği'ne kattığı ayrı bir hava. Benim içinde ayrı bir yeri vardır kemanın küçüklüğümde çok özendiğim ve sesinden çok hoşlandığım enstrümandı. Ortaokul yıllarımda kısa bir süre kursa gitme fırsatı bulmuştum. Hocamızın çalışını hayranlıkla izledim hep.. Notaların yerini bulmak, yanlış yapmak ama yine de bazı sesler yakalamak güzel anılar bıraktı bende. Fakat devam edemedim ve hep içimde devam ettirmek istediğim bir arzu oldu. Geçen yaz tekrar başladım bu kez kendi kemanımla evde çalışarak, üst üste yanlış yaparak belki ama doğruyu bulmaya gayret ederek hep bir istekle.. Emeğimin karşılığında güzel sonuçlar çıktı ortaya sevdiğim istediğim parçaları hocamın desteğiyle doğru sesleri yakalayarak çalabildim. Bu beni daha çok bağladı ona olan hevesime.. Ondan hüzünlü parçalar duyduğumda çok içli gelir bana sesi keman ağlıyor denilir ya gerçekten ağlayan kemana da ağlatan ustalara da selam olsun.. İnsanı alıp bambaşka diyarlara götüren ve huzur veren bir parçam o benim.. Dinlendiren, ruh halimi yansıtabildiğim en güzel iletişimim o benim.. Bir gün en güzel sesleri yakalayabilmek ve o ağlayan sesi duyabilmek umuduyla..
Kemanı ağlatan adam...
Basit Yaşayacaksın
'' ... Mesela susayınca su içecek kadar basit...
Dört çıkacak
ikiyi ikiyle çarptığında.
Tek düğmesi
olacak elindeki cihazın;
Tek bir düğme,
tek bir cümle gibi...''
Nazım Hikmet
Hangimiz basit yaşayabiliyoruz şu hayatta. Herkes bir hayat
telaşında almış başını gidiyor. Hangimiz gerçekten birine lafı dolandırmadan ''
Seni Seviyorum '' diyebiliyor. Ya da kalbini kırdığı birinden gururunu yenerek
gerçekten özür dileyebiliyor. Günümüz de herkes farklı farklı rollere
bürünmüşler ki hayatı kendilerine daha da zorlaştırıyorlar. Üzüldüğünü ya da
ağladığını kimse görmesin diye gülücüklerin arkasına saklanıyorlar. Oysa ki
bırak herkes ağladığını görsün. Sen nasıl hissetmek istiyorsan öyle hisset.
Öfkelendiğinde bağır, neşeli olduğunda şarkı söyle. Peki hangimiz yaşadığımız,
sağlıklı olduğumuz için bir '' oh'' çekiyoruz hayatta. Her zaman daha da çok
şeyimiz olsun istiyoruz hayatta. Sahip olduklarımız bize yetmiyor. Ciddi bir
hastalığımız olmadığı için sevineceğimize ; belimiz,başımız ağrıdığı için
hayıflanıyoruz. Her zaman daha çok şey istediğimiz için daha çok hırslı, bencil
oluyoruz. Kendimizi yıpratıyor ve yoruyoruz. Ya gerçekten hangimiz bilmediğimiz bir şey olduğunda '' Bilmiyorum
'' diyebilecek kadar kararlı. Sanki herkes herşeyi bilmek zorundaymış gibi.
Peki herşeye '' Evet'' demekten ne zaman vazgeçeceğiz. Bir şeyi istemediğin
zaman bahaneler üretmek yerine sadece ''İstemiyorum'' diyebilmeyi ne zaman
başaracağız. O kadar basit yaşayacağız ki bütün eşyalardan, kalabalıklardan
kurtulacağız. Karmaşıklıklar olmayacak hayatımızda. Pişmanlıklarımız kafamızı
meşgul etmeyecek.
'' Saatin, sadece saati gösterecek,
Telefonunu sadece
telefon etmek için kullanacaksın,
Küçük bir not
defteri olacak '' bilgini'' en hızlı ''sayan''.
Basit yaşayacaksın,
basit.
Sanki yaşamın bir
gün sona erecekmiş gibi basit
Çay simit ve
peynirle... ''
Hoşgeldin Kurabiyesi
Teyze Olmak Güzel Birşey
Teyze anne yarısıdır derler. Bende hep bir yeğenimin
olmasını teyze olmayı çok istemişimdir. Küçücük bir çocuğun bana bıcır bıcır ''
Teyze '' demesini istemişimdir. Yeğenimin olacağını duyduğumda o kadar çok
sevinmiştim ki bağıra bağıra oda da zıplamıştım. Tabi yurtta kaldığım için yan
odadaki kızlar beni uyarmışlardı.Acaba kız mı olacak erkek mi olacak. Acaba
sarışın mı olacak yoksa renkli gözlü mü olacak diye merak içinde bekliyorduk. Nasıl
bir bebek olacağını düşündüm durdum hatta rüyalarıma bile giriyordu. Kız
olacağını öğrendik. Bu sefer de ismi ne olacak diye düşünmeye başladı ablamlar.
Ve Zeynep İdil 'de karar verdiler. Daha doğmadan ona kıyafetler oyuncaklar
bakmaya başladım. Artık alışveriş yaparken çocuk reyonlarına da uğruyordum.
Bizi çok uzun zaman bekletti, meraklandırdı. Bazı bebekler erken doğar bizimki
de geç doğdu :) Ve 21 Temmuz 2013 'te Zeynep İdil dünyaya geldi. Küçücük elleri
, ağzı, burnu vardı. Yumuk yumuk gözlerini açmaya çalışıyordu. Hiç sesi
çıkmıyordu. Herkes merakla onu seyrediyordu. Doğumunun üzerinden bir sene
geçti. Ne çabuk büyüdü. hiç anlayamadım. Artık yürüyor hatta koşturuyor.
Konuşmaya başladı az çok. Eski fotoğraflarına bakıp bukadar küçük müydü
diyorum. Zaman çok çabuk geçiyor. Bir bakacağım Zeynep İdil büyümüş
üniversiteye gidiyor. Tabi bende o zamanlar yaşlanmış olacağım. Onun yaşlı
tonton teyzesi olacağım :)
Korkularımız Bizim Fobilerimiz
Her insan bir şeylerden korkar. Önemli olan bunun
psikolojik seviyeye gelmemesidir. Herkesin küçük korkuları olabilir. Bir
hayvandan, karanlıktan, gök gürültüsünden, yükseklikten korkmak gibi. Ama bu
korkuları hayatımızın odak noktası yapmamalıyız. Hayatımızı korkularımıza göre
şekillendirmemeliyiz. Genellikle korktuğumuz şeyler çocukluğumuz da yaşadığımız
olaylardan dolayı olabilir. Çocukken bir hayvan tarafından zarar gören biri
artık o hayvana karşı bir korku besler. Küçükken bir köpeğin ısırması gibi.
Çocukken zaten bir çoğumuzun birçok korkusu olmuştur. Gece olunca korkudan
tuvalete gidememek, evde yalnız kalmaktan korkmak, herkes uyuyunca eve
hayaletlerin geleceğini sanmak gibi düşünceler dolaşır durur.
Ben de mesela küçükken ramazan davulcularından korkardım. Hatta mehter takımında ki o cüsseli adamlardan çok korkardım. Ramazanda davulcu kapımızın önüne gelir davul çalar, mani söylerdi. Ama ben balkona çıkıp ona bakamazdım korkudan. Beni kaçıracağını düşünürdüm. Hep ramazan davulcularını çok kötü korkunç biri olarak hayalet etmişimdir. Tabi büyüyünce onların da bizim gibi normal insan olduklarını gördüm :) Korkularımızın bizi esir almasına engel olmalıyız. Yoksa korkularımız korku olmaktan çıkar ve bir fobi haline döner. Psikiyatristlere göre 65000 değişik fobi vardır. Kapalı alan korkusu, topluluk önünde konuşamama korkusu, hasta olma korkusu vb. Korkularımız fobiye dönüşmeden önce onlarla yüzleşmemiz gerekiyor. Onların üzerine giderek yenmemiz gerekiyor. '' Cesaret, korkusuzluk değil, korkuyla yüzleşme yeteneğidir. '' (John B. Putnam Jr.) Korkularımızla yüzleşmek için cesaretli olmalıyız.
15 Kasım 2014 Cumartesi
Ben Bir Kütüphaneciyim
Merhaba arkadaşlar ben Bilgi ve Belge Yönetimi öğrencisiyim.
Benim bölümüm Hacettepe'de ve 2 senelik değil 5 senelik. Hacettepe deyince tıp
mı diyen teyzeler, amcalar hayır ben bir kütüphaneciyim. Ama sizin bildiğiniz
gibi sabahtan akşama kadar oturan raflara kitap yerleştiren bir kütüphaneci
değil. Bütün meslek dallarına araştırma konusunda yardım edebilmek için her
bilgiden haberdar olmak zorunda olan, bütün türkçe ve ingilizce veri
tabanlarını bilmek zorunda olan, teknoloji ile yakından ilgili, kütüphane
kullanıcılarını her yönden bilinçlendirmek için kütüphanede çeşitli faaliyetler
düzenleyen, ve tabi ki kitapları çok seven bir kütüphaneciyim. Ben sadece bir
kütüphaneci de değilim. Bir bilgi uzmanı, bilgi danışmanı, bir programcı,
eleştirmen ve daha fazlası... Bilginin olduğu her yerde ben varım. Yeri
geldiğinde kütüphanesi için bir temizlikçi de olurum bir müdür de olurum. Ben
bilgileri bir düzene sokarım, doğru şekilde kullanmayı bilirim, bilgiyi sunmayı
ve korumayı da ben bilirim. Eski bir binadan tekrardan bir bilgi yuvası yapmayı
da ben bilirim. Bilgi benim için vazgeçilmezdir. Bir kitapta, bir kütüphanede,
internette bilgi nerde olursa olsun onu düzenlemek, sistemleri kurmak,
insanlara sağlamak, onu korumak benim işim. ''Her kütüphane bir cezaevi kapatır.''
diyorum ve mesleğimle gurur duyuyorum.
İnsan ve İnsanlığa Dair ''Serenad''
Bugüne kadar okuduğum kitaplardan beni en çok etkileyenlerin
arasında. Kitap 2001 yılının soğuk bir şubat akşamı başlıyor. İstanbul
Üniversitesi'nde halkla ilişkiler görevi yapan Maya Duran ABD'den gelen alman
asıllı Profesör Maximilian Wagner'i karşılamaya gider. 1930'lu yıllarda
İstanbul Üniversitesi'nde hocalık yapmış profesörün isteği üzerine Maya ve
profesör Şile'ye giderler. Böylece Maya dokunaklı bir aşk hikayesine karışmakla
kalmaz kendi ailesi hakkında da sırlara erişir. Serenad 60 yıllık bir aşk
hikayesini işlerken diğer yandan da herkesin bildiği Yahudi Soykırımı ya da
Mavi Alay'ı ele alıyor. Bu soykırımlar da ve her ayaklanma ya da soykırımda
olduğu gibi hep insanın yaralandığını anlatan çok etkileyici bir hikaye. Hikaye
de insanları ırk ayrımı yapmaksızın sadece insan oldukları için değer vermen
gerektiğini anlıyorsun. İnsanlar ister Yahudi olsun ister Hıristiyan olsun
ister de Türk. Sadece insana insan olarak bakmanı gerektiren bir hikaye. Kitabı
okurken sanki kitabın içindeymişim gibiydim. Bazı yerlerinde bu kadar da olmaz
dedim. Anlattığı hikayeyi o kadar iyi anlatmış ki bazı yerlerde gözümdeki
yaşları tutamadım. Bazen çok sinirlendim. Böyle olmamalıydı, böyle olamaz
dedim. Bazen çok şaşırdım, çok merak ettim. Kitap bittikten sonra araştırma
yaptım. Ve kitaptaki yaşananların gerçek olduğunu öğrenmem daha da üzülmeme
neden oldu. Yakın geçmişimizde olan bir tarihi gerçekliği bir aşk çevresinde
çok güzel kurgulamış. Profesörün çektiği acıyı çok derin bir şekilde yansıtmış.
Okurken sanki profesörün acısını hissediyordum.Okurken bir çok şeyi yeniden
düşünmeye ve sorgulamaya başlıyorsunuz. Hiç sıkılmadan okuyacağınız bir kitap. Özellikle
tarih sevenlerin. Herkesin okumasını tavsiye ederim. İnsana çok şey katıyor.
Ben ilk başlarda bir kaç kez başlayıp sıkılıp bırakmıştım. Ama daha sonra
sonuna kadar okumaya karar verdim. İyi ki de okumuşum. İnsana çok farklı bakış
açıları kazandırıyor. Olaylara daha farklı bakmaya başlıyorsunuz. Okumayanlara
tavsiye ederim. Şimdiden herkese iyi okumalar.
14 Kasım 2014 Cuma
Hayat Dediğin Bir Gündür Oda Bugündür
Ömür dediğin üç gündür. Dün geldi geçti yarın meçhuldur, o
halde ömür dediğin bir gündür o da bugündür. Hayatını son gününmüş gibi yaşa
derler. Bu söz herkes için farklı anlamlardadır. Ölümcül bir hastalığa sahip
biri daha yaşayacağı çok şey olduğunu bilir. Ama gözünü her yeni güne son
günüymüş gibi açar. hayatını ona göre yaşar. Yapmak istediklerini bir an önce
yapmak ister. Yaşlı birine göre ise yaşayacağı her şeyi yaşamıştır. Birçok
anısı birikmiştir. O da her gününü huzurlu ve rahat bir şekilde geçirmek ister.
Sınava çalışan bir genç için ise o gün sınavdan ibarettir. Sadece sınava
odaklanır ve o gündeki güzellikleri farkedemez. Bir iş adamı için ise sadece o
gün yapacağı işler vardır aklında. Borcu olan birinin sadece borcunu nasıl
ödeyeceği ile meşguldur aklı. Ama en güzeli de çocuklardır. Onlar sadece oynayacakları
oyunları düşünürler. Akşama ne yesem acaba diye düşünürler. Oysa ki geçmişi,
sorunlarımızı, sıkıntılarımızı geride bıraksak ve sadece bu anımızı düşünsek.
Sanki bu gün son günümüzmüş gibi yaşasak. Bütün güzelliklerin farkına daha çok
varacağız. İnsanlar hep yarınlarını ya da geçmişlerini düşünürler. Geçmişi
düşünüp üzülürler geleceği düşünüp kaygılanırlar. Oysa ki insanlar dünün
üzüntüsünü de yarının kaygısını da bu gün de yaşar. Ama yine de içinde
bulunduğu anı farketmez. Ya geçmişinde takılı kalır ya da geleceğiyle
kaygılı...
Farkında olmalı insan
Kendisinin, hayatın, olayların...
Bir Fincan Kahvenin Kırk Yıl Hatırı Vardır
Türk kahvesinden bu kadar bahsetmişken hadi gidin kendinize
bol köpüklü bir kahve yapın. Şimdiden herkese afiyet olsun. Bütün hayatınız
şekerli türk kahvesi tadında olur inşAllah :)
13 Kasım 2014 Perşembe
Tarçın ve Elmanın Muhteşem Buluşması '' Elmalı Kurabiye ''
En sevdiğim tatlılardan biri olan elmalı kurabiyenin tarifini sizlerle paylaşmak istedim. En çokta tarçınla elmanın birbirine karışan kokusuna bayılıyorum. İlk denemem kuzenimle olmuştu ve sonuç tamamen vasattı. Ama sonraki denemelerimde çok güzel kurabiyecikler ortaya çıktı.
Hamuru için malzemeler:
1 paket margarin ( oda sıcaklığında )
1 yumurta
1 çay bardağı kadar süt
1 çay bardağı kadar şeker
1 çay bardağı kadar pudra şekeri
1 paket vanilya ( isteğe bağlı )
1 paket kabartma tozu
Gerektiği kadar un ( yaklaşık 5-6 su bardağı )
İç malzemeleri:
3 tane orta boy elma
1 çay kaşığı tarçın
1 yemek kaşığı şeker
Hazırlanışı:
Öncelikle elmaları rendeleyin. Bir tencerede elma rendesi ve şekeri karıştırın. Elmalar suyunu salıp çekene kadar pişirin. Pişen elmalı harcı ocaktan aldıktan sonra tarçını ilave edin. Hamuru hazırlamak için genişçe bir kabın içerisine margarin, yumurta, şekeri ilave edip boza kıvamında bir harç olana kadar parmaklarınızla harmanlayın . Daha sonra un, kabartma tozu ve vanilyayı ilave edin. Kulak memesi yumuşaklığında bir hamur elde edin. Hamurdan küçük parçalar alarak elinizde yuvarlak bir şekilde açın. Hazırladığınız harçtan biraz hamurun ucuna koyun ve rulo şeklinde sarın. Ya da kek şeklinde de yapabilirsiniz şeklini . Daha sonra tepsiye dizip önce 150 derecelik fırında 20-25 dakika sonra 175 derecede üzeri pembeleşinceye kadar fırınlayın. Soğuduktan sonra üzerine pudra şekeri ekmeyi unutmayın.
AFİYET OLSUN :)
ÖĞRENCİ İSEN KİRALIK EV BULMAK ÇOK ZOR!!!
Kiralık ev aramak ne kadar zormuş. Hele bir de öğrenci isen. Derslerinin
olmadığı zamanlarda sokak sokak dolaşıp kiralık ev bulmaya çalışmak çok
zor. Hadi buldun diyelim bu sefer de ev sahibiyle uğraşıyorsun. Öğrenci olduğun
için ev kirasını daha fazla istiyor. Bir de ev kirası kadar depozito.
Bulamadığın zaman bir emlakçıya gideyim diyorsun. Emlakçı da ev kirası kadar
komisyon istiyor. Oluyor mu sana 3 tane ev kirası. Bazen fiyatı iyi oluyor ama
ev güzel olmuyor. Bazen de hem ev güzel oluyor hem de fiyatı iyi oluyor. Ama
her güzelin bir kusuru vardır. Bir umut bulduk dediğimiz anda ev sahibi
''Öğrenciye ev vermiyorum.'' diyor. Tamam anladık diğer öğrencilerden bıktın da
bizim suçumuz ne! Belki de aradığın kiracı biziz. Bir de bazı ev sahipleri var
ki resmen insanın ağzını açık bırakıyor. Yine geçenlerde bir gün ev arıyoruz.
Ev aramaktan o kadar çok yorulmuş ve ev sahiplerinin tavırlarından o kadar çok
bıkmıştık ki bir ev ilanı ile karşılaştık. Ev sahibini fiyatını öğrenmek için
aradık. Aramadan önce de arkadaşlarla evin fiyatı hakkında tahminlerde
bulunduk. Ama biz bile bu kadarını tahmin edememiştik. Evin sahibi 2 bin lira
dedi resmen.
Öğrenciyiz dedik demesek ne kadar
diyecekti acaba. Her neyse biz fiyatı öğrenince bir eve baktık bir daha eve
baktık. Neden bu kadar pahalı olabileceğini düşündük. Sonra gözümüze
balkonundaki saat çarptı.Evin balkonunda saat vardı.İlk defa balkonunda saat
olan ev görmüştük. Şaka bir yana niye bu kadar pahalı olduğunu bulamadık tabi.Normal
bir evdi.Öyle çok önemli bir özelliği yoktu.Biz hala fiyatın etkisinde tabi
yine elimiz boş, evin oradan uzaklaştık.Bir umut ev aramaya devam ettik.Buradan
ev arayan bütün öğrencilere kolaylıklar diliyorum.İnşAllah karşılarına
anlayışlı ev sahipleri çıkar. İnşAllah bütün öğrenciler bir gün aradıkları o
evi bulabilirler.
Nostaljik Bir Gün
Kınacızade Konağı |
Bu mekan beni çok eskilere götürdü. Bu günümüze o kadar çok alışmışız ki eskiye dair şeyleri unutmuşuz. Burada birçok anım canlandı.Eskiden kullandığımız o çevirmeli telefonlar. Bizimkinin rengi yeşildi ve ben ondan bir türlü numara çevirmeyi beceremezdim.Sonra babaannemin kömürlü ütüsü o ütüyü hala hatırlıyorum. Dedemin çok kıymetli radyosu. Kimseye dokundurtmazdı onu.Ne çok türkü,haber dinlerdik oturur dedemle.Hele o üzerinde kestane pişirdiğimiz küçük sobalar.Konakta çok güzel antika eşyalar vardı ve dekorasyonu da mekanın temasına uygun şekildeydi.
Konağın duvarları Ankara'nın eski fotoğrafları, tablolar ve Ankara'ya ait objelerle süslüydü. Eski plaklar ve gramofon,eski saatler,kenarları oymalı aynalar,kıyafetler,daktilo,eski sobalar ve daha neler neler. Konakta özel bir kişiye ait odalar bulunmaktaydı. Odanın biri Prof. Dr. Halil İnalcık'a ayrılmış çalışma odasıydı. Diğeri ise Kadın Siyasetçiler Platformu Kurucusu Yurdusev Arığ'ın odasıydı. Bir diğeri ise TRT'nin ilk kadın spikeri olan Jülide Gülizar'ın odasıydı. Bu odalarda bu kişilere ait özel eşyalar bulunmaktaydı. Konakta başınızı nereye çevirseniz başka bir anıya dalıp gidiyorsunuz. Kütüphane odası çok ilgimi çekti. Bir sürü eski kitaplar, yerli yabancı kitaplar bulunmaktaydı. En çokta hoşuma giden kütüphanede çay ve kahvemizi yudumlarken kitap okuyabilmemizdi
İnsanlar hatıralarını unutabiliyorlar ama bir eşya, bir koku insana hemen hatıralarını hatırlatıyor. Çok uzaklara götürebiliyor. Nostaljik bir gün yaşamak isteyenler ve geçmişe gidip bugünden uzaklaşmak için Kınacızade Konağı'na uğrayabilirsiniz.
12 Kasım 2014 Çarşamba
Selvi Boylum Al Yazmalım
Sevgi neydi?
Sevgi emekti...
Elinden tutsam benimle gelir mi?
Seninim işte alıp götürsene beni...
Al yazmalım, Asya'm...
Elimi tuttu sımsıcaktı...
Yüreğim kaydıysa günah mı?
Yeşilçam filmlerimiz güzeldir. Oradaki sevgiler, dostluklar, düşmanlıklar bile masumdur. Ben Yeşilçam filmlerine bayılırım. Tekrar tekrar izlerim hepsini. Ama en sevdiğim Yeşilçam filmi Atıf Yılmaz'ın yönettiği Selvi Boylum Al Yazmalım'dır.
Bu film Türk sinemasının başyapıtlarından biri olarak sayılmaktadır ve birçok ödüle aday gösterilmiştir. Cengiz Aytmatov'un aynı adlı eserinden sinemaya uyarlanmıştır. Filmin konusu ise şöyledir: İlyas kamyon şoförüdür ve İstanbul'dan Asya'nın köyüne gider. Asya'ya görür görmez aşık olur ve evlenirler. Samet adında bir oğulları olur. İlyas kamyon şoförü olduğu için çoğu zaman yollarda olur. Asya ve Samet evde tek kalırlar. İlyas bir gün yine yola çıkar ve eve dönmez. Asya'yı bir sekreterle aldatır. Asya bunu görür ve İlyas'tan kaçar. İlyas'ın bir süre sonra işleri bozulur ve bunalıma girerek Asya'nın karşısına böyle çıkmak istemez. Asya'yı terk eder. Asya buna dayanamaz ve oğlu Samet ile yollara düşer. Yolda Cemşit adında bir adamla karşılaşır. Cemşit onları korur gözetler ve birlikte yaşamaya başlarlar. Bir gün İlyas çıkar gelir. Asya büyük aşkı İlyas ile kendisine yardım eden Cemşit arasında bir seçim yapmak zorundadır. Ve Asya ''Sevgi Emektir'' diyerek Cemşit'i seçer. Hiç sıkılmadan birkaç kere izlediğim ve sonunda hüngür hüngür ağladığım filmdir.
Abla Pizzası
Pizzayı çok severim. Ama evde
yapılan ve abla eli değeninden. Ablamın yaptığı daha bir güzel oluyor sanki.
Şimdi sizlerle pizzanın hazırlanışını paylaşacağım. İlk önce pizzanın hamurunu
hazırlamamız gerekiyor.
Hamuru için
gerekli malzemeler:
3-4 su bardağı un (1 su
bardağı yedekte olsun )
1 su bardağı ılık su
2 tatlı kaşığı toz maya
1 tatlı kaşığı şeker
1 çay kaşığı tuz
1 yemek kaşığı zeytin yağ
Kaşar, peynir, domates, zeytin
Biber,mantar,sucuk,sosis,mısır
Küçük bir kaseye 2 kaşık
domates salçası az miktarda ılık su , istediğiniz şekilde kekik, pul
biber, karabiber koyabilirsiniz.
Hamur yoğurma kabına ılık
suyu dökün ve üzerine kuru toz mayayı serpin. Şekeri de ekleyip 4-5 dakika
kadar bekletin. Bu sürede kabarma işlemi gerçekleşecek. Ardından tuz,zeytinyağ
ve 3 bardak unu ekleyip yoğurma işlemine geçin. Ortalama 5-6 dakika hamur yoğurma
işlemi tamamlanır. Üzerini örtüp 1 saat kadar dinlendirin.
Hamur açma:
11 Kasım 2014 Salı
EVİMİZİN SON ÜYESİ BABAMIN BİRİCİK KEDİSİ ''HAYDAR''
Diğer kediler gibi süt, peynir filan yemez. Peynirli cipsi çok sever. Patlamış mısırı da. Dondurma bile yer. Ama sucuk onun için vazgeçilmezdir. Babam onun için ayrı sucuk alır marketten. Babama küsmüş gibi yaparım o zaman sen Haydar'ı benden çok seviyorsun derim şakasına. Ama gerçekten Haydar'ın ayrı bir yeri vardır babam için. İnsan gibi onunla konuşur. Haydar da anlıyormuş gibi miyavlar babama. Çok da çapkındır ha. Dişi bir kedi için günlerce eve gelmez. Hatta bir gün babam çok merak etti. Birkaç gün geçmişti eve gelmemişti. Aramaya çıktı onu. Bulmuş çağırmış çağırmış gelmemiş. Birkaç gün sonra karısıyla geldi:) Tabi bizim eve yavruladı. Her zaman böyle oluyor zaten evimizden yavru kediler hiç eksik olmaz. Boy boy haydarcıklar. Ben de Haydar'a kızarım çapkın diye. Çapkınlığı bırak evinin atası yavrularının babası ol derim:) Tabi o yine gider birkaç gün sonra yeni yavrularıyla geri döner. Mahallemizin maskotu olmuştur. Komşusundan esnafına herkes tanır onu. Herkes onu çok sever Haydar diğer kedilere hiç benzemez . Bende kızarım filan ama yine de çok severim Haydar'ı.
SÜRPRİZ YUMURTA
Biraz çocukluğumuza dönelim mi. Çocukluk güzel şey. Çocukken insan oyundan başka oyuncaklardan başka bir şeyi dert etmez. Hayal gücümüzün sınırları yoktur. Herkes büyüdükçe keşke çocuk kalabilseydik der. Zamanla herkes büyür kendini işe, çalışmaya adar. Büyümeye başlar. Çocukluğundan eser kalmaz. Ama herkes genelde küçükken bir şeyler biriktirmiştir. En basitinden kızların süslü peçete koleksiyonları olmuştur. Erkeklerin de araba ya da misket koleksiyonu. Hala onları saklayanlar ara sıra yine çocukluğuna dönerler. İşte benim de küçüklüğümden beri vazgeçemediğim bir koleksiyonum var. Sürpriz yumurtadan çıkan oyuncakları biriktiriyorum. Küçüklüğümden beri hala biriktiriyorum. Bir sürü oyuncağım var küçük küçük. Bir oyuncak kasabası kurulur onlardan.
21 yaşıma geldim ama
hepsini hala çok seviyorum. Arada çıkartıp hepsini diziyorum çok mutlu oluyorum
çocuk gibi. Çocukken arkadaşımla aynı olanları değiş tokuş yapardık. Bir de
birbirimizdeki oyuncakları kıskanırdık. Kavga eder küserdik. Sonra da hemen
barışırdık. Evimize misafir gelen çocuklara hiçbirini oynatmazdım. O kadar
önemliydi ki benim için bir tanesi bile bozulsa üzülürdüm. Babamın ben küçükken
bir bakkalı vardı. Oraya her gidişimde bir tane benim için bir tane de ablam
için alırdım. Eve gelir ablamla yapmaya çalışırdık. İçinden nasıl oyuncak
çıkacağını merak ederdim yol boyunca. Bende olan bir oyuncak çıkınca da
üzülürdüm.
Bu şekilde bu yaşıma kadar sakladım
onları. Bazılarının bir kaç parçası eksik. Ama onlar benim çocukluğumun
hatıraları işte. Ara da sıra da hala yumurta alıp koleksiyonuma oyuncaklar ekliyorum. İlerde
kendi evim olursa onlar için ayrı bir köşe yapacağım...
BAYKUŞLAR SEVİMLİDİR
Eskiden baykuşlara karşı bir sempatim yoktu. Hatta baykuşları uğursuz hayvanlar olarak görürdüm. Ta ki ablam yeğenime yastık ve battaniye yapana kadar. O baykuşçuklar çok sevimli duruyordu. Bir tane de bana yaptık baykuşlu yastık. Otobüs yolculuklarında o kadar rahat oldu ki ben bu baykuş yastığı çok sevdim. Daha sonra birçok baykuşlu aksesuarlar, tasarımlar ortaya çıkmaya başladı. Böylece bende merak ettim ve bir araştırma yaptım. Aslında baykuşların uğursuzlukla filan alakası yokmuş. Aksine bilgeliği temsil ediyorlarmış. Bende bilgeliğin temsilcisi bir Bilgi ve Belge Yönetimi öğrencisi olarak bloğumun adını Baykuş koymaya karar verdim. Bloğumun isminde bana ilham olan ablama her şey için çok teşekkür ediyorum ve diyorum ki baykuşlar sevimli hayvanlardır...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)