17 Kasım 2014 Pazartesi

Çayyolu Metrosunda Birgün

 
Bugün yine okula gitmek için yurttan çıktım. Çayyolu metrosuna gitmem gerekiyordu. Sadece onunla gidebiliyoruz okula. Neyse önce Ankaray metrosuna bindim. Oradan Çayyolu metrosuna aktarma yapacaktım. Metroya geldim. Yine en önde bekliyordum. Belki bir boş yer kapabilirim diye. Metro da yer kapmaca oynuyoruz resmen. İnsanlar birbirini itekliyor yer kapmak için. Neyse ben arkadaşım en önde bekliyoruz. Genelde zaten en önde bekliyoruz. Ama nasıl oluyorsa oluyor metro gelince en arkaya kalıyoruz ve her zaman ayakta kalıyoruz. Bunu nasıl başarıyoruz bende anlamış değilim. Bugünde yine bir yer bulma umuduyla metroya koşturduk. Tabi ki yine doluydu. Hadi dolu olmasını geçtim. Bir de içerisi tıklım tıklım oluyor. İnsanlar metroda sırtsırda gidiyorlar. Nefes alacak alan bırakmıyorlar insana. Hatta hiç bir yere tutunmana bile gerek kalmıyor. Birbirimize yapışık gittiğimiz için düşmeye yer kalmıyor. Hareket alanımız kalmıyor. İşte bu yüzden oturdun oturdun. Metro da oturabilirsen en şanslı insan sensin. İnşAllah birgün oturabileceğime inanıyorum. Ogün birgün gelecek :)


16 Kasım 2014 Pazar

KEMAN AĞLIYOR..




Müzik ne kadar güzel bir kelime.. Duyguların iç içe yoğrulmuş şekli. Hüzünlerin yansıması,
sevinçlerin paylaşılması ve en önemlisi her bir sözünden kendine ait bir şeyler bulma ve daha fazlası. Notaların muhteşem uyumu, sözcüklerin mükemmel kafiyesi ve bunların hepsini barındıran uçsuz bucaksız bir kelime. Ruhumuzu dinlendiren en hoş tınılar.. Müziğin en güzel yanı da farklı farklı bir çok enstrüman ile ayrı duygular aktarmasıdır. Kemanın o ince ve sızlatan sesi, piyanonun naif dokunuşları ve ikisinin Türk Sanat Müziği'ne kattığı ayrı bir hava. Benim içinde ayrı bir yeri vardır kemanın küçüklüğümde çok özendiğim ve sesinden çok hoşlandığım enstrümandı. Ortaokul yıllarımda kısa bir süre kursa gitme fırsatı bulmuştum. Hocamızın çalışını hayranlıkla izledim hep.. Notaların yerini bulmak, yanlış yapmak ama yine de bazı sesler yakalamak güzel anılar bıraktı bende. Fakat devam edemedim ve hep içimde devam ettirmek istediğim bir arzu oldu. Geçen yaz tekrar başladım bu kez kendi kemanımla evde çalışarak, üst üste yanlış yaparak belki ama doğruyu bulmaya gayret ederek hep bir istekle.. Emeğimin karşılığında güzel sonuçlar çıktı ortaya sevdiğim istediğim parçaları hocamın desteğiyle doğru sesleri yakalayarak çalabildim. Bu beni daha çok bağladı ona olan hevesime.. Ondan hüzünlü parçalar duyduğumda çok içli gelir bana sesi keman ağlıyor denilir ya gerçekten ağlayan kemana da ağlatan ustalara da selam olsun.. İnsanı alıp bambaşka diyarlara götüren ve huzur veren bir parçam o benim.. Dinlendiren, ruh halimi yansıtabildiğim en güzel iletişimim o benim.. Bir gün en güzel sesleri yakalayabilmek ve o ağlayan sesi duyabilmek umuduyla..  
                                          

                                               Kemanı ağlatan adam...

Basit Yaşayacaksın


'' ... Mesela susayınca su içecek kadar basit...
      Dört çıkacak ikiyi ikiyle çarptığında.
      Tek düğmesi olacak elindeki cihazın;
      Tek bir düğme, tek bir cümle gibi...''
                                           Nazım Hikmet
 
Hangimiz basit yaşayabiliyoruz şu hayatta. Herkes bir hayat telaşında almış başını gidiyor. Hangimiz gerçekten birine lafı dolandırmadan '' Seni Seviyorum '' diyebiliyor. Ya da kalbini kırdığı birinden gururunu yenerek gerçekten özür dileyebiliyor. Günümüz de herkes farklı farklı rollere bürünmüşler ki hayatı kendilerine daha da zorlaştırıyorlar. Üzüldüğünü ya da ağladığını kimse görmesin diye gülücüklerin arkasına saklanıyorlar. Oysa ki bırak herkes ağladığını görsün. Sen nasıl hissetmek istiyorsan öyle hisset. Öfkelendiğinde bağır, neşeli olduğunda şarkı söyle. Peki hangimiz yaşadığımız, sağlıklı olduğumuz için bir '' oh'' çekiyoruz hayatta. Her zaman daha da çok şeyimiz olsun istiyoruz hayatta. Sahip olduklarımız bize yetmiyor. Ciddi bir hastalığımız olmadığı için sevineceğimize ; belimiz,başımız ağrıdığı için hayıflanıyoruz. Her zaman daha çok şey istediğimiz için daha çok hırslı, bencil oluyoruz. Kendimizi yıpratıyor ve yoruyoruz. Ya gerçekten hangimiz  bilmediğimiz bir şey olduğunda '' Bilmiyorum '' diyebilecek kadar kararlı. Sanki herkes herşeyi bilmek zorundaymış gibi. Peki herşeye '' Evet'' demekten ne zaman vazgeçeceğiz. Bir şeyi istemediğin zaman bahaneler üretmek yerine sadece ''İstemiyorum'' diyebilmeyi ne zaman başaracağız. O kadar basit yaşayacağız ki bütün eşyalardan, kalabalıklardan kurtulacağız. Karmaşıklıklar olmayacak hayatımızda. Pişmanlıklarımız kafamızı meşgul etmeyecek.

'' Saatin, sadece saati gösterecek,

  Telefonunu sadece telefon etmek için kullanacaksın,

  Küçük bir not defteri olacak '' bilgini'' en hızlı ''sayan''.

  Basit yaşayacaksın, basit.

  Sanki yaşamın bir gün sona erecekmiş gibi basit

  Çay simit ve peynirle... ''

Hoşgeldin Kurabiyesi



 
Anne-çocuk kurabiyesi


Biz bu kurabiyeleri Zeynep İdil için yapmıştık. Siz de eviniz de bebeğiniz için ya da arkadaşınızın, tanıdığınızın, akrabanızın bir bebeği için yapabilirsiniz.

 
Kurabiye hamuru için malzemeler:

1 yumurta

200 gr. yumuşak margarin

1 su bardağı pudra şekeri

1 su bardağı mısır nişastası

2,5-3 su bardağı un

1 çay kaşığının ucu ile kabartma tozu

Tarçın ya da vanilya esansı ,limon kabuğu rendesi isteğe göre koyabilirsiniz.
 
 
 
Hamurun hazırlanışı:
Geniş bir kabın içine yağ ve yumurtayı koyuyoruz daha sonra karıştırıyoruz. Karışımın içine pudra şeker, nişasta, un elenerek ilave edilir. Kabartma tozu ve isterseniz tarçın ya da limon kabuğu rendesini ilave ederek yoğurmaya devam ediyoruz. Hamurun kıvamı çok sert olmayacak yumuşak olacak. Elimize yapışmayana kadar un ekleyeceğiz. Hamuru hazırladıktan sonra yarım saat dinlendiriyoruz. Dinlenen kurabiye hamurunu merdane ile açıyoruz. Daha sonra kurabiye kalıpları ile şekil verip yağlı kağıtla kaplanmış tepsiye koyuyoruz. 180 derecelik ısıtılmış fırında 10-15 dakika pişirdikten sonra çıkarıyoruz. Biraz soğumasını bekledikten sonra şeker hamuruyla süsleyebiliriz. Şeker hamurunu da merdane ile açıp kurabiye kalıpları ile şekil veriyoruz. Şekil verdiğimiz şeker hamurlarını kurabiyeye yapıştırmak için bal kullanabilirsiniz. Kurabiyenin üzerine bal sürdükten sonra aynı şekildeki şeker hamurunu üzerine yapıştırıyoruz. Böylece bebeğiniz için hoşgeldin kurabiyeleriniz hazır. Gelen misafirlerinizle ikram da bulunabilirsiniz. Biz burada değişik şekiller de kurabiyeler yaptık siz sadece bebek şeklinde yapabilirsiniz. Şeker hamurunu da farklı renkler de seçebilirsiniz. Üzerine değişik süslemelerde de bulunabilirsiniz. Biz bir kürdan yardımıyla üzerine yazılar yazdık. Küçük yuvarlak bir mutfak eşyasıyla da üzerine şekiller yaptık. Siz de eviniz de bulunan malzemeler ile süslemeler yapabilirsiniz.
 
 
 

 

Teyze Olmak Güzel Birşey


Teyze anne yarısıdır derler. Bende hep bir yeğenimin olmasını teyze olmayı çok istemişimdir. Küçücük bir çocuğun bana bıcır bıcır '' Teyze '' demesini istemişimdir. Yeğenimin olacağını duyduğumda o kadar çok sevinmiştim ki bağıra bağıra oda da zıplamıştım. Tabi yurtta kaldığım için yan odadaki kızlar beni uyarmışlardı.Acaba kız mı olacak erkek mi olacak. Acaba sarışın mı olacak yoksa renkli gözlü mü olacak diye merak içinde bekliyorduk. Nasıl bir bebek olacağını düşündüm durdum hatta rüyalarıma bile giriyordu. Kız olacağını öğrendik. Bu sefer de ismi ne olacak diye düşünmeye başladı ablamlar. Ve Zeynep İdil 'de karar verdiler. Daha doğmadan ona kıyafetler oyuncaklar bakmaya başladım. Artık alışveriş yaparken çocuk reyonlarına da uğruyordum. Bizi çok uzun zaman bekletti, meraklandırdı. Bazı bebekler erken doğar bizimki de geç doğdu :) Ve 21 Temmuz 2013 'te Zeynep İdil dünyaya geldi. Küçücük elleri , ağzı, burnu vardı. Yumuk yumuk gözlerini açmaya çalışıyordu. Hiç sesi çıkmıyordu. Herkes merakla onu seyrediyordu. Doğumunun üzerinden bir sene geçti. Ne çabuk büyüdü. hiç anlayamadım. Artık yürüyor hatta koşturuyor. Konuşmaya başladı az çok. Eski fotoğraflarına bakıp bukadar küçük müydü diyorum. Zaman çok çabuk geçiyor. Bir bakacağım Zeynep İdil büyümüş üniversiteye gidiyor. Tabi bende o zamanlar yaşlanmış olacağım. Onun yaşlı tonton teyzesi olacağım :)


Korkularımız Bizim Fobilerimiz

Her insan bir şeylerden korkar. Önemli olan bunun psikolojik seviyeye gelmemesidir. Herkesin küçük korkuları olabilir. Bir hayvandan, karanlıktan, gök gürültüsünden, yükseklikten korkmak gibi. Ama bu korkuları hayatımızın odak noktası yapmamalıyız. Hayatımızı korkularımıza göre şekillendirmemeliyiz. Genellikle korktuğumuz şeyler çocukluğumuz da yaşadığımız olaylardan dolayı olabilir. Çocukken bir hayvan tarafından zarar gören biri artık o hayvana karşı bir korku besler. Küçükken bir köpeğin ısırması gibi. Çocukken zaten bir çoğumuzun birçok korkusu olmuştur. Gece olunca korkudan tuvalete gidememek, evde yalnız kalmaktan korkmak, herkes uyuyunca eve hayaletlerin geleceğini sanmak gibi düşünceler dolaşır durur.


Ben de mesela küçükken ramazan davulcularından korkardım. Hatta mehter takımında ki o cüsseli adamlardan çok korkardım. Ramazanda davulcu kapımızın önüne gelir davul çalar, mani söylerdi. Ama ben balkona çıkıp ona bakamazdım korkudan. Beni kaçıracağını düşünürdüm. Hep ramazan davulcularını çok kötü korkunç biri olarak hayalet etmişimdir. Tabi büyüyünce onların da bizim gibi normal insan olduklarını gördüm :) Korkularımızın bizi esir almasına engel olmalıyız. Yoksa korkularımız korku olmaktan çıkar ve bir fobi haline döner. Psikiyatristlere göre 65000 değişik fobi vardır. Kapalı alan korkusu, topluluk önünde konuşamama korkusu, hasta olma korkusu vb. Korkularımız fobiye dönüşmeden önce onlarla yüzleşmemiz gerekiyor. Onların üzerine giderek yenmemiz gerekiyor. '' Cesaret, korkusuzluk değil, korkuyla yüzleşme yeteneğidir. '' (John B. Putnam Jr.) Korkularımızla yüzleşmek için cesaretli olmalıyız.



15 Kasım 2014 Cumartesi

Ben Bir Kütüphaneciyim

 
Merhaba arkadaşlar ben Bilgi ve Belge Yönetimi öğrencisiyim. Benim bölümüm Hacettepe'de ve 2 senelik değil 5 senelik. Hacettepe deyince tıp mı diyen teyzeler, amcalar hayır ben bir kütüphaneciyim. Ama sizin bildiğiniz gibi sabahtan akşama kadar oturan raflara kitap yerleştiren bir kütüphaneci değil. Bütün meslek dallarına araştırma konusunda yardım edebilmek için her bilgiden haberdar olmak zorunda olan, bütün türkçe ve ingilizce veri tabanlarını bilmek zorunda olan, teknoloji ile yakından ilgili, kütüphane kullanıcılarını her yönden bilinçlendirmek için kütüphanede çeşitli faaliyetler düzenleyen, ve tabi ki kitapları çok seven bir kütüphaneciyim. Ben sadece bir kütüphaneci de değilim. Bir bilgi uzmanı, bilgi danışmanı, bir programcı, eleştirmen ve daha fazlası... Bilginin olduğu her yerde ben varım. Yeri geldiğinde kütüphanesi için bir temizlikçi de olurum bir müdür de olurum. Ben bilgileri bir düzene sokarım, doğru şekilde kullanmayı bilirim, bilgiyi sunmayı ve korumayı da ben bilirim. Eski bir binadan tekrardan bir bilgi yuvası yapmayı da ben bilirim. Bilgi benim için vazgeçilmezdir. Bir kitapta, bir kütüphanede, internette bilgi nerde olursa olsun onu düzenlemek, sistemleri kurmak, insanlara sağlamak, onu korumak benim işim. ''Her kütüphane bir cezaevi kapatır.'' diyorum ve mesleğimle gurur duyuyorum.
 

İnsan ve İnsanlığa Dair ''Serenad''

                                      
                                       Zülfü Livaneli'nin romanına da konu olmuş o ünlü beste...

Bugüne kadar okuduğum kitaplardan beni en çok etkileyenlerin arasında. Kitap 2001 yılının soğuk bir şubat akşamı başlıyor. İstanbul Üniversitesi'nde halkla ilişkiler görevi yapan Maya Duran ABD'den gelen alman asıllı Profesör Maximilian Wagner'i karşılamaya gider. 1930'lu yıllarda İstanbul Üniversitesi'nde hocalık yapmış profesörün isteği üzerine Maya ve profesör Şile'ye giderler. Böylece Maya dokunaklı bir aşk hikayesine karışmakla kalmaz kendi ailesi hakkında da sırlara erişir. Serenad 60 yıllık bir aşk hikayesini işlerken diğer yandan da herkesin bildiği Yahudi Soykırımı ya da Mavi Alay'ı ele alıyor. Bu soykırımlar da ve her ayaklanma ya da soykırımda olduğu gibi hep insanın yaralandığını anlatan çok etkileyici bir hikaye. Hikaye de insanları ırk ayrımı yapmaksızın sadece insan oldukları için değer vermen gerektiğini anlıyorsun. İnsanlar ister Yahudi olsun ister Hıristiyan olsun ister de Türk. Sadece insana insan olarak bakmanı gerektiren bir hikaye. Kitabı okurken sanki kitabın içindeymişim gibiydim. Bazı yerlerinde bu kadar da olmaz dedim. Anlattığı hikayeyi o kadar iyi anlatmış ki bazı yerlerde gözümdeki yaşları tutamadım. Bazen çok sinirlendim. Böyle olmamalıydı, böyle olamaz dedim. Bazen çok şaşırdım, çok merak ettim. Kitap bittikten sonra araştırma yaptım. Ve kitaptaki yaşananların gerçek olduğunu öğrenmem daha da üzülmeme neden oldu. Yakın geçmişimizde olan bir tarihi gerçekliği bir aşk çevresinde çok güzel kurgulamış. Profesörün çektiği acıyı çok derin bir şekilde yansıtmış. Okurken sanki profesörün acısını hissediyordum.Okurken bir çok şeyi yeniden düşünmeye ve sorgulamaya başlıyorsunuz. Hiç sıkılmadan okuyacağınız bir kitap. Özellikle tarih sevenlerin. Herkesin okumasını tavsiye ederim. İnsana çok şey katıyor. Ben ilk başlarda bir kaç kez başlayıp sıkılıp bırakmıştım. Ama daha sonra sonuna kadar okumaya karar verdim. İyi ki de okumuşum. İnsana çok farklı bakış açıları kazandırıyor. Olaylara daha farklı bakmaya başlıyorsunuz. Okumayanlara tavsiye ederim. Şimdiden herkese iyi okumalar.
 

14 Kasım 2014 Cuma

Hayat Dediğin Bir Gündür Oda Bugündür


 Ömür dediğin üç gündür. Dün geldi geçti yarın meçhuldur, o halde ömür dediğin bir gündür o da bugündür. Hayatını son gününmüş gibi yaşa derler. Bu söz herkes için farklı anlamlardadır. Ölümcül bir hastalığa sahip biri daha yaşayacağı çok şey olduğunu bilir. Ama gözünü her yeni güne son günüymüş gibi açar. hayatını ona göre yaşar. Yapmak istediklerini bir an önce yapmak ister. Yaşlı birine göre ise yaşayacağı her şeyi yaşamıştır. Birçok anısı birikmiştir. O da her gününü huzurlu ve rahat bir şekilde geçirmek ister. Sınava çalışan bir genç için ise o gün sınavdan ibarettir. Sadece sınava odaklanır ve o gündeki güzellikleri farkedemez. Bir iş adamı için ise sadece o gün yapacağı işler vardır aklında. Borcu olan birinin sadece borcunu nasıl ödeyeceği ile meşguldur aklı. Ama en güzeli de çocuklardır. Onlar sadece oynayacakları oyunları düşünürler. Akşama ne yesem acaba diye düşünürler. Oysa ki geçmişi, sorunlarımızı, sıkıntılarımızı geride bıraksak ve sadece bu anımızı düşünsek. Sanki bu gün son günümüzmüş gibi yaşasak. Bütün güzelliklerin farkına daha çok varacağız. İnsanlar hep yarınlarını ya da geçmişlerini düşünürler. Geçmişi düşünüp üzülürler geleceği düşünüp kaygılanırlar. Oysa ki insanlar dünün üzüntüsünü de yarının kaygısını da bu gün de yaşar. Ama yine de içinde bulunduğu anı farketmez. Ya geçmişinde takılı kalır ya da geleceğiyle kaygılı...

 
Farkında olmalı insan
Kendisinin, hayatın, olayların...

Bir Fincan Kahvenin Kırk Yıl Hatırı Vardır

Türk kahvesinin kültürümüzde kendine has bir yeri vardır. Daha önümüze gelmeden kendini has kokusuyla hissettiren kahve dinlenme vesilesi ve sohbet bahanesidir. Birçok türkü ve atasözüne de konu olmuştur. '' Gönül ne kahve ister ne kahvehane ; gönül sohbet ister, kahve bahane '' bunlardan biridir. İlk kahvenin ortaya çıkış öyküsü de çok ilginçtir. Bununla ilgili  birçok öykü bulunmaktadır. Ama en yaygın olanı ise uyuklayan keçilerini gezdiren Kaldi adında bir çobanın keçinin bazı yemişleri yedikten sonra canlandığını görmesi ile başlar. Bunun üzerine çoban  bu yemişleri yer ve kendini dinç hisseder. Böylece  ilk kahve çekirdekleri çiğnenerek ve kırılarak yağla karıştırılarak yenilmeye başlamıştır.


Osmanlı' da ise kahvenin önemli bir yeri vardır. Eve misafir gelenlere kahve ikram edilirmiş. Akşam yemeğinden sonra mutlaka kahve içilirmiş ki bu günümüzde de hala bazı ailelerde yapılmaktadır. Osmanlı' da ilk kahve gelir düzeyi yüksek kişiler ve okuryazarlar tarafından tüketilirken daha sonra herkes tarafından tüketilmeye başlamıştır. Birçok kahvehane açılmış ve kahvenin toplumsal özelliği ortaya çıkmıştır. Kahvehaneler sayesinde insanlar biraraya gelerek sohbet etmeye başlamışlardır. Atalarımız boşuna bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır dememişlerdir. Kahve içmekten maksat muhabbet, sohbet etmektir. ''Bir kahve yapta dertleşelim.'' deriz ya da '' Bir yorgunluk kahvesi yap.'' gibi tabirler kullanırız. Burada maksat biriyle dertleşmek , sorunlarımızı paylaşmaktır. Osmanlı döneminde türk kahvesiyle ilgili birçok gelenek vardır. Evlerine gelen misafirlere kahve yanında su da ikram ederlermiş. Eğer misafirler suyu içerse aç içmezse tok anlamına gelirmiş. Böylece ev sahipleri misafirlerine sofra kurarlarmış. Bazen türk kahvesi ikram edilmeden önce lokum, şeker gibi ikramlarda bulunulurmuş ki ağızları tatlansın ve daha sonra acı bir türk kahvesi ikram ederlermiş. Bayramlarda ise türk kahvesinin sunuş şekli farklı olurmuş. Bayramlarda kulpsuz kendilerine özgü fincan zarflarında takdim edilirmiş. Diğer günlerde ise tabaklı fincanlarda takdim edilirmiş. Bazen farklı tatlar kazanmak için kahvenin içine çiçek suyu, '' ak amber '' veya '' kakule '' konulurmuş. Günümüzde de damla sakızlı, çikolatalı , sütlü olarak farklı tatlarda yapılmaktadır. Türk kahvesinin geçmişten günümüze gelen en güzel geleneği ise kız istemede yapılan kahvedir. Kız isteme esnasında Gelin adayı yaptığı kahveleri tek tek ikram eder ve kahveler bitene kadar bekler. Böylece görücüler gelin adayını daha iyi görürler. Gelin adayı damadın sabrını ölçmek için damadın kahvesine tuz katar. Yapılan bol köpüklü bir kahve gelin adaylarının marifetli olduğunu gösterir. Türk kahvesi klasik müziğe de konu olmuştur. Klasik müzik sanatçısı Bach ünlü Kahve Kantanı'nı kahveyi çok sevdiği için bestelemiştir. Fransız yazar Pierre Loti kahveye ve İstanbul' a olan sevgisinden dolayı sürekli kahvehanelere uğramıştır. En sevdiği semt olan Eyüp'te onun adına Pierre Loti diye bir tepe bulunmaktadır ve burada kahvehaneler yer almaktadır.



Türk kahvesinden bu kadar bahsetmişken hadi gidin kendinize bol köpüklü bir kahve yapın. Şimdiden herkese afiyet olsun. Bütün hayatınız şekerli türk kahvesi tadında olur inşAllah :)





13 Kasım 2014 Perşembe

Tarçın ve Elmanın Muhteşem Buluşması '' Elmalı Kurabiye ''

En sevdiğim tatlılardan biri olan elmalı kurabiyenin tarifini sizlerle paylaşmak istedim. En çokta tarçınla elmanın birbirine karışan kokusuna bayılıyorum. İlk denemem kuzenimle olmuştu ve sonuç tamamen vasattı. Ama sonraki denemelerimde çok güzel kurabiyecikler ortaya çıktı.

Hamuru için malzemeler:
1 paket margarin ( oda sıcaklığında )
1 yumurta
1 çay bardağı kadar süt
1 çay bardağı kadar şeker
1 çay bardağı kadar pudra şekeri
1 paket vanilya ( isteğe bağlı )
1 paket kabartma tozu
Gerektiği kadar un ( yaklaşık 5-6 su bardağı )
 
İç malzemeleri:
3 tane orta boy elma
1 çay kaşığı tarçın
1 yemek kaşığı şeker
 
Hazırlanışı:
Öncelikle elmaları rendeleyin. Bir tencerede elma rendesi ve şekeri karıştırın. Elmalar suyunu salıp çekene kadar pişirin. Pişen elmalı harcı ocaktan aldıktan sonra tarçını ilave edin. Hamuru hazırlamak için genişçe bir kabın içerisine margarin, yumurta, şekeri ilave edip boza kıvamında bir harç olana kadar  parmaklarınızla harmanlayın . Daha sonra un, kabartma tozu ve vanilyayı ilave edin. Kulak memesi yumuşaklığında bir hamur elde edin. Hamurdan küçük parçalar alarak elinizde yuvarlak bir şekilde açın. Hazırladığınız harçtan biraz hamurun ucuna koyun ve rulo şeklinde sarın. Ya da kek şeklinde de yapabilirsiniz şeklini . Daha sonra tepsiye dizip önce 150 derecelik fırında 20-25 dakika sonra 175 derecede üzeri pembeleşinceye kadar fırınlayın. Soğuduktan sonra üzerine pudra şekeri ekmeyi unutmayın.
                                                      AFİYET OLSUN :)
 
 

ÖĞRENCİ İSEN KİRALIK EV BULMAK ÇOK ZOR!!!


                                                                                                                                                                              
Kiralık ev aramak ne kadar zormuş. Hele bir de öğrenci isen. Derslerinin olmadığı zamanlarda sokak sokak dolaşıp kiralık ev bulmaya çalışmak çok zor. Hadi buldun diyelim bu sefer de ev sahibiyle uğraşıyorsun. Öğrenci olduğun için ev kirasını daha fazla istiyor. Bir de ev kirası kadar depozito. Bulamadığın zaman bir emlakçıya gideyim diyorsun. Emlakçı da ev kirası kadar komisyon istiyor. Oluyor mu sana 3 tane ev kirası. Bazen fiyatı iyi oluyor ama ev güzel olmuyor. Bazen de hem ev güzel oluyor hem de fiyatı iyi oluyor. Ama her güzelin bir kusuru vardır. Bir umut bulduk dediğimiz anda ev sahibi ''Öğrenciye ev vermiyorum.'' diyor. Tamam anladık diğer öğrencilerden bıktın da bizim suçumuz ne! Belki de aradığın kiracı biziz. Bir de bazı ev sahipleri var ki resmen insanın ağzını açık bırakıyor. Yine geçenlerde bir gün ev arıyoruz. Ev aramaktan o kadar çok yorulmuş ve ev sahiplerinin tavırlarından o kadar çok bıkmıştık ki bir ev ilanı ile karşılaştık. Ev sahibini fiyatını öğrenmek için aradık. Aramadan önce de arkadaşlarla evin fiyatı hakkında tahminlerde bulunduk. Ama biz bile bu kadarını tahmin edememiştik. Evin sahibi 2 bin lira dedi resmen.
 
Öğrenciyiz dedik demesek ne kadar diyecekti acaba. Her neyse biz fiyatı öğrenince bir eve baktık bir daha eve baktık. Neden bu kadar pahalı olabileceğini düşündük. Sonra gözümüze balkonundaki saat çarptı.Evin balkonunda saat vardı.İlk defa balkonunda saat olan ev görmüştük. Şaka bir yana niye bu kadar pahalı olduğunu bulamadık tabi.Normal bir evdi.Öyle çok önemli bir özelliği yoktu.Biz hala fiyatın etkisinde tabi yine elimiz boş, evin oradan uzaklaştık.Bir umut ev aramaya devam ettik.Buradan ev arayan bütün öğrencilere kolaylıklar diliyorum.İnşAllah karşılarına anlayışlı ev sahipleri çıkar. İnşAllah bütün öğrenciler bir gün aradıkları o evi bulabilirler.

Nostaljik Bir Gün


Kınacızade Konağı
 Bugün çok nostaljik bir gün yaşadım. Yemek yemek için gittiğimiz bir mekana bayıldım. Kapısından içeri girer girmez insan farklı bir dünyayla karşılaşıyor sanki. Odaların hepsinde ayrı bir tarih var. Mekan buram buram nostalji kokuyordu.Ankara Kalesi'ne çıkan herkesin uğraması gereken yerlerden biri Kınacızade Konağı.


 Bu mekan beni çok eskilere götürdü. Bu günümüze o kadar çok alışmışız ki eskiye dair şeyleri unutmuşuz. Burada birçok anım canlandı.Eskiden kullandığımız o çevirmeli telefonlar. Bizimkinin rengi yeşildi ve ben ondan bir türlü numara çevirmeyi beceremezdim.Sonra babaannemin kömürlü ütüsü o ütüyü hala hatırlıyorum. Dedemin çok kıymetli radyosu. Kimseye dokundurtmazdı onu.Ne çok türkü,haber dinlerdik oturur dedemle.Hele o üzerinde kestane pişirdiğimiz küçük sobalar.Konakta çok güzel antika eşyalar vardı ve dekorasyonu da mekanın temasına uygun şekildeydi.


Konağın duvarları Ankara'nın eski fotoğrafları, tablolar ve Ankara'ya ait objelerle süslüydü.  Eski plaklar ve gramofon,eski saatler,kenarları oymalı aynalar,kıyafetler,daktilo,eski sobalar ve daha neler neler. Konakta özel bir kişiye ait odalar bulunmaktaydı. Odanın biri Prof. Dr. Halil İnalcık'a ayrılmış çalışma odasıydı. Diğeri ise Kadın Siyasetçiler Platformu Kurucusu Yurdusev Arığ'ın odasıydı. Bir diğeri ise TRT'nin ilk kadın spikeri olan Jülide Gülizar'ın odasıydı. Bu odalarda bu kişilere ait özel eşyalar bulunmaktaydı. Konakta  başınızı nereye çevirseniz başka bir anıya dalıp gidiyorsunuz. Kütüphane odası  çok ilgimi çekti. Bir sürü eski kitaplar, yerli yabancı kitaplar bulunmaktaydı. En çokta hoşuma giden kütüphanede çay ve kahvemizi yudumlarken kitap okuyabilmemizdi

 İnsanlar hatıralarını unutabiliyorlar ama bir eşya, bir koku insana hemen hatıralarını hatırlatıyor. Çok uzaklara götürebiliyor. Nostaljik bir gün yaşamak isteyenler ve geçmişe gidip bugünden uzaklaşmak için Kınacızade Konağı'na uğrayabilirsiniz.






12 Kasım 2014 Çarşamba

Selvi Boylum Al Yazmalım





Sevgi neydi?
Sevgi emekti...
Elinden tutsam benimle gelir mi?
Seninim işte alıp götürsene beni...
Al yazmalım, Asya'm...
Elimi tuttu sımsıcaktı...
Yüreğim kaydıysa günah mı?






Yeşilçam filmlerimiz güzeldir. Oradaki sevgiler, dostluklar, düşmanlıklar bile masumdur. Ben Yeşilçam filmlerine bayılırım. Tekrar tekrar izlerim hepsini. Ama en sevdiğim Yeşilçam filmi Atıf Yılmaz'ın yönettiği Selvi Boylum Al Yazmalım'dır.

Bu film Türk sinemasının başyapıtlarından biri olarak sayılmaktadır ve birçok ödüle aday gösterilmiştir. Cengiz Aytmatov'un aynı adlı eserinden sinemaya uyarlanmıştır. Filmin konusu ise şöyledir: İlyas kamyon şoförüdür ve İstanbul'dan Asya'nın köyüne gider. Asya'ya görür görmez aşık olur ve evlenirler. Samet adında bir oğulları olur. İlyas kamyon şoförü olduğu için çoğu zaman yollarda olur. Asya ve Samet evde tek kalırlar. İlyas bir gün  yine yola çıkar ve eve dönmez. Asya'yı bir sekreterle aldatır. Asya bunu görür ve İlyas'tan kaçar. İlyas'ın bir süre sonra işleri bozulur ve bunalıma girerek Asya'nın karşısına böyle çıkmak istemez. Asya'yı terk eder. Asya buna dayanamaz ve oğlu Samet ile yollara düşer. Yolda Cemşit adında bir adamla karşılaşır. Cemşit onları korur gözetler ve birlikte yaşamaya başlarlar. Bir gün İlyas çıkar gelir. Asya büyük aşkı İlyas ile kendisine yardım eden Cemşit arasında bir seçim yapmak zorundadır. Ve Asya ''Sevgi Emektir'' diyerek Cemşit'i seçer. Hiç sıkılmadan birkaç kere izlediğim ve sonunda hüngür hüngür ağladığım filmdir.

Abla Pizzası



Pizzayı çok severim. Ama evde yapılan ve abla eli değeninden. Ablamın yaptığı daha bir güzel oluyor sanki. Şimdi sizlerle pizzanın hazırlanışını paylaşacağım. İlk önce pizzanın hamurunu hazırlamamız gerekiyor.
 
 
 
 Hamuru için gerekli malzemeler:

3-4 su bardağı un (1 su bardağı yedekte olsun )
1 su bardağı ılık su
2 tatlı kaşığı toz maya
1 tatlı kaşığı şeker
1 çay kaşığı tuz
1 yemek kaşığı zeytin yağ
 
Üst malzemeler:
Kaşar, peynir, domates, zeytin
Biber,mantar,sucuk,sosis,mısır
 
Sosunun yapılışı:
Küçük bir kaseye 2 kaşık domates salçası az miktarda ılık su , istediğiniz şekilde kekik, pul biber, karabiber koyabilirsiniz.
 
Hamurun hazırlanışı:
Hamur yoğurma kabına ılık suyu dökün ve üzerine kuru toz mayayı serpin. Şekeri de ekleyip 4-5 dakika kadar bekletin. Bu sürede kabarma işlemi gerçekleşecek. Ardından tuz,zeytinyağ ve 3 bardak unu ekleyip yoğurma işlemine geçin. Ortalama 5-6 dakika hamur yoğurma işlemi tamamlanır. Üzerini örtüp 1 saat kadar dinlendirin.
 

 

Hamur açma:

Hamur mayalandıktan sonra , kısaca 1 saat gibi sürede göz kararı hamur iki katı olduğunda. Hamuru elinizle açıp, yalnız merdane kullanmayın , evde yapılan pizzalar elle açıldığında daha lezzetli olur. Ardından tepsiyi yağlayıp hamuru yerleştirin. Daha sonra üzerine önce sosu dökün ve daha sonra kaşar peynir rendeleyin. Sonra kestiğiniz  malzemeleri üzerine serpiştirin. Tekrardan kaşar peyniri rendeleyin. Önceden ısıtılmış fırında pişirip servis edebilirsiniz. Afiyet olsun. Abla eli değmiş gibi :)
 
 

 

11 Kasım 2014 Salı

EVİMİZİN SON ÜYESİ BABAMIN BİRİCİK KEDİSİ ''HAYDAR''



 ''Kediler nankördür.'' diye bir söz vardır. Ama haydar tamamen bu görüşü yıkmış durumdadır. Son derece sadık bir kedidir. Babamın ayağının dibinden ayrılmaz. Babam evde yokken hiç eve gelmez. Ne zaman ki babamın motor sesin duyar hemen mahallenin başında onu bekler. Babam motordan inmeden ona miyavlamaya, nazlanmaya başlar. Babamla beraber eve girer babamla beraber evden çıkar. Annemden çok korkar. Annemi görünce hemen kaçar. Yalnız babamın yanında şımarık bir çocuk gibidir. Bir miyavlamasıyla her istediğini anlatır. Değişik bir kedidir.






Diğer kediler gibi süt, peynir filan yemez. Peynirli cipsi çok sever. Patlamış mısırı da. Dondurma bile yer. Ama sucuk onun için vazgeçilmezdir. Babam onun için ayrı sucuk alır marketten. Babama küsmüş gibi yaparım o zaman sen Haydar'ı benden çok seviyorsun derim şakasına. Ama gerçekten Haydar'ın ayrı bir yeri vardır babam için. İnsan gibi onunla konuşur. Haydar da anlıyormuş gibi miyavlar babama. Çok da çapkındır ha. Dişi bir kedi için günlerce eve gelmez. Hatta bir gün babam çok merak etti. Birkaç gün geçmişti eve gelmemişti. Aramaya çıktı onu. Bulmuş çağırmış çağırmış gelmemiş. Birkaç gün sonra karısıyla geldi:) Tabi bizim eve yavruladı. Her zaman böyle oluyor zaten evimizden yavru kediler hiç eksik olmaz. Boy boy haydarcıklar. Ben de Haydar'a kızarım çapkın diye. Çapkınlığı bırak evinin atası yavrularının babası ol derim:) Tabi o yine gider birkaç gün sonra yeni yavrularıyla geri döner. Mahallemizin maskotu olmuştur. Komşusundan esnafına herkes tanır onu. Herkes onu çok sever Haydar  diğer kedilere hiç benzemez . Bende kızarım filan ama yine de çok severim Haydar'ı.

SÜRPRİZ YUMURTA



Biraz çocukluğumuza dönelim mi. Çocukluk güzel şey. Çocukken insan oyundan başka oyuncaklardan başka bir şeyi dert etmez. Hayal gücümüzün sınırları yoktur. Herkes büyüdükçe keşke çocuk kalabilseydik der. Zamanla herkes büyür kendini işe, çalışmaya adar. Büyümeye başlar. Çocukluğundan eser kalmaz. Ama herkes genelde küçükken bir şeyler biriktirmiştir. En basitinden kızların süslü peçete koleksiyonları olmuştur. Erkeklerin de araba ya da misket koleksiyonu. Hala onları saklayanlar ara sıra yine çocukluğuna dönerler. İşte benim de küçüklüğümden beri vazgeçemediğim bir koleksiyonum var. Sürpriz yumurtadan çıkan oyuncakları biriktiriyorum. Küçüklüğümden beri hala biriktiriyorum. Bir sürü oyuncağım var küçük küçük. Bir oyuncak kasabası kurulur onlardan.

21 yaşıma geldim ama hepsini hala çok seviyorum. Arada çıkartıp hepsini diziyorum çok mutlu oluyorum çocuk gibi. Çocukken arkadaşımla aynı olanları değiş tokuş yapardık. Bir de birbirimizdeki oyuncakları kıskanırdık. Kavga eder küserdik. Sonra da hemen barışırdık. Evimize misafir gelen çocuklara hiçbirini oynatmazdım. O kadar önemliydi ki benim için bir tanesi bile bozulsa üzülürdüm. Babamın ben küçükken bir bakkalı vardı. Oraya her gidişimde bir tane benim için bir tane de ablam için alırdım. Eve gelir ablamla yapmaya çalışırdık. İçinden nasıl oyuncak çıkacağını merak ederdim yol boyunca. Bende olan bir oyuncak çıkınca da üzülürdüm.  


Bu şekilde bu yaşıma kadar sakladım onları. Bazılarının bir kaç parçası eksik. Ama onlar benim çocukluğumun hatıraları işte. Ara da sıra da hala yumurta alıp koleksiyonuma oyuncaklar ekliyorum. İlerde kendi evim olursa onlar için ayrı bir köşe yapacağım...

BAYKUŞLAR SEVİMLİDİR

 
Eskiden baykuşlara karşı bir sempatim yoktu. Hatta baykuşları uğursuz hayvanlar olarak görürdüm. Ta ki ablam yeğenime yastık ve battaniye yapana kadar. O baykuşçuklar çok sevimli duruyordu. Bir tane de bana yaptık baykuşlu yastık. Otobüs yolculuklarında o kadar rahat oldu ki ben bu baykuş yastığı çok sevdim. Daha sonra birçok baykuşlu aksesuarlar, tasarımlar ortaya çıkmaya başladı. Böylece bende merak ettim ve bir araştırma yaptım. Aslında baykuşların uğursuzlukla filan alakası yokmuş. Aksine bilgeliği temsil ediyorlarmış. Bende bilgeliğin temsilcisi bir Bilgi ve Belge Yönetimi öğrencisi olarak bloğumun adını Baykuş koymaya karar verdim. Bloğumun isminde bana ilham olan ablama her şey için çok teşekkür ediyorum ve diyorum ki baykuşlar sevimli hayvanlardır...